19 Nisan 2010 Pazartesi

Sait Faik Abasıyanık



Türk edebiyatının en büyük isimlerinden biri kuşkusuz Sait Faik Abasıyanık.

Hatta onu modern Türk hikayeciliğinin öncüsü olarak sayabiliriz.Kendi tarzını yaratan ve bu yarattığı tarz ile anlatımında şiirselliği ustalıkla kullanabilen edebiyatçılardan.

Toplumun problemleri yerine bireyin toplum içersindeki sorunlarıyla ilgilenen, insan gerçeğini tüm çıplaklığıyla ortaya koyan büyük deha.

Ölümünden sonra müzeye dönüştürülen Burgaz adasındaki evinde bacak bacak üstüne atmış heykeliyle konuştum geçen gün.



Müze olduğu kesinlikle anlaşılmayan evinde tadilat vardı. Ve gerçekten tadilat adına ne yapıldığını bir türlü çözemedim. Akşam oluyordu ve içerdeki odalardan birinden sızan ışık içeride birilerinin olduğunu haberdar ediyordu da kim di içerideki kişi, evi korumakla yükümlü kişi mi, boş bulup yerleşmiş bir kişi mi? belli değil....

Sadece kapısının dışında "tadilat dolayısıyla kapalıdır" şeklinde bir yazı ve nasıl bir tadilat olduğunu bir türlü keşfedemediğim gariplikte başıboş bir hava yansıyordu etrafa.


(onun evi olduğuna dair tabelaya bir bakın)

Tadilat dolayısıyla kapalı evin bahçesinde dolandım, girebiliyorsunuz hiç bir koruyucu önlem alınmamış açıkcası. Evin giriş kapısı da açıktı, cesaret edip içeriye de girilebilirdi. Korkumdan değil, nasıl bir manzarayla karşılaşacağımı bilmediğimden içimdeki acının daha fazla büyümesine neden olmamak amacıyla bu cesareti gösteremedim.

O muhteşem evin bahçesi çöpten geçilmiyor, her yeri otlar bürümüş ve Sait Faik girişte bir yerde düşünüyor....

ŞİMDİ SEVİŞME VAKTİ


Çıplak heykeller yapmalıyım
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için.
Ey önünden geçen ak sakalli kasketli
Yırtık mintanından adaleleri gözüken
Dilenci.
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım. Resimlerden.

Şu oğlan çocuğuna bak.
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek.

Seni satmam çocuğum
Dörtyüzbin tekliğe.
Ne güzel kaşların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin.

Söylemeliyim.
Yok
Yok... meydanlarda bağırmalıyım
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.

Resimler seyrettirmeli, şiirler okutturmalıyım.
Baygınlık getiren şiirler.
Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu pazar.
Zambaklar geçiriyor bir kadın
Bir kadın bir bakraç yoğurt götürüyor.
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını.
Belediye kahvesinde hâlâ o eski, o yalancı
O biçimsiz Bizans şarkısı.


Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam?
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu.

Bir kere duyursam hele güzelliğini, tadını
Sonra oturup hüngür hüngür ağlasam
Boş geçirdiğim, bağırmadığım sustuğum günlere.
Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı boyacı çocuğun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan'dan
Orhan Veli'den
Yunus'tan, Yunus'tan...


"BİR SONBAHAR AKŞAMI

Nedir bu kuş, bilmem ki? Sonbaharda bulutlar turunç renklidir. Sonbaharda yapraklar konuşur. Lodoslu İstanbul denizi ne baş döndürücü şeydir! Bir lodoslu günde vapura atlayıp her ipin, her madenin ıslık çaldığı bir vapurda Adalara gidip gelirim. Akşamüstü bazen Köprü´nün ortasında durup Sultan Selim´in arkasındaki bulutlarda kırmızı rengin oyunlarını seyrederken, bir sahra vahasında muazzam bir şehir, bir eski Bağdat, bulutlardaki deniz muharebesini seyrederdim. Tramvaylar o şehri taşır, vapurlar o bulutlar şehrinin muhariplerini götürür, biz, bu hakikî şehrin sakinleri, tiyatro seyircileri gibi sessiz, âdeta geçenler bile durmuş gibi olur, seyrederiz."


" İLK CİNAYET


Ben daima ıstırap içinde yaşayan bir adamım! Bu azap adeta kendimi bildiğim anda başladı. Belki daha dört yaşında yoktum. Ondan sonra yaptığım değil, hatta düşündüğüm fenalıkların vicdanımda tutuşturduğu sonsuz cehennem azapları içinde hâlâ kıvranıyor. Beni üzen şeylerin hiçbirini unutmadım. Hatıram sanki yalnız üzüntü için yapılmış."

"KARANFİLLER VE DOMATES SUYU


Küçük bir çam ormanı. Vakit sabah. Arı, sinek, kuş sesi. Bir siyah gözlükten görülen yerde ve ağaçlarda güneş parçaları. Sonra uzak, göğün kendi renginden biraz daha koyu kıyılara giden bulutlu deniz.. İşte böyle bir yerde köyün insanlarını düşünüyorum. Kitaplar, bir zaman bana insanları sevmek gerektiğini, oradan yaşama sevinci duyulacağını öğretmişlerdi. Hayır, şimdi insanları kitapların öğrettiği şekilde sevmiyorum. Şiirler, romanlar, hikayeler, masallar bana bunu öğretmişlerdi.
Beyinin vapurdan iner inmez çantasını kapan uşaktan iğrenmeyi, sabahleyin altı buçukta doğayla kavga için sokağa fırlamayan adamın çalışmadığını kendi kendime öğrendim. Ama şu sabahleyin altı buçukta doğayla kavga için sokağa fırlamayan adam, isterse akşama kadar insanları aldatmak için didinsin. Kaç para eder. Gözümde, milyonu da olsa kalp parayla metelik etmez."


Ne garip, sanki bütün bunlar yazılmamış gibi, sanki böyle biri yokmuş gibi anlamsız bir keşmekeşliğin içersinde Türk edebiyatının en büyük edebiyatçılarından birinin nefes alıp verdiği, dokunduğu bu mekandan birinin "HİŞTTTTTT" demesini bekledim.

Ah! Sait Faik senin cümlelerinin enginliğinde kaybolabilir insan...

"Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!... Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları…."

sanem uçar

3 yorum:

  1. TV de Zeynep Oral'ın hazırladığı yarı belgesel tadında bir program izlemiştim. Danimarka'lı masal ustası Hans Christian Andersen'i tanıtıyordu. Şehrin her tarafına damgasını vurmuştu Andersen-nereye gitseniz onla ilgili heykeller objeler..Andersen ismini kafanıza çakarcasına..Kullandığı her eşya kutsal bir şeymiş gibi hazırlanmış-oturduğu evden mezarına kadar herşeyi o kadar mükemmel bir ölümsüzlükle sunulmuştu ki. Programı izledikten sonra kitaplığımdaki Andersen masallarını karıştırdım hemen..

    Sait Faik gibi öykü alanında yarıtanrı olan bir isme bu layık görülüyorsa
    başka hiçbir şey demeye gerek yoktur. Mevcut iktidardan birşey beklenemeyeceğine göre iş Burgaz adalılara düşmektedir-onlarında kendi rahatlarından başka düşünecek şeyleri olmadığı görülüyor açıkça sanırım..

    Sait Faik'in ihtiyacı yok böyle şeylere-o yazdıklarıyla herzaman kendine en güzel köşelerde yer bulacaktır.

    YanıtlaSil
  2. Gerçekten belirttiğiniz gibi Sait Faik Abasıyanık sadece Türk edebiyatı için değil, dünya edebiyatı içinde önemli isimlerden biridir bana göre.

    Ona ait her satırı okuduğumda insan olduğum için gurur duyarım. Böylesine önemli bir kişinin yazdıkları sonsuza kadar yaşayacakmış gibi gelir bizlere.

    Bizler yaşadığımız sürece onun anlamını bileceğiz hiç kuşkusuz. Onun eserlerini bilmek, onun cümlelerinden haz almak dünyadaki en büyük şanslarımızdandır.

    Bu şansı yakalayacak başkaları da olacaktır. Dünyaya gülümseyerek bakma nedenlerimden biridir umut:)

    Kuşkusuz, anlamsızlıkları gördüğümüzde bu umut yerini zaman zaman karamsarlığa bırakabiliyor. Vefasızlık da bizleri karamsarlığa iten sebeplerdendir.

    İnsana ait her türlü duygu ve düşünce onun yazılarında var. Yabancısı olmadığına inanıyorum bu davranışların.Ne yazık ki bizim ülkemizde değerlere ya anlamsız bir şekilde tapınma var, yada yok sayma...

    İkisinin ortasını bulamıyoruz bir türlü.Bulduğumuz da herşeyin çok daha güzel olacağına inanıyorum.

    Öyle ya da böyle Sait Faik Abasıyanık bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük edebiyatçısı olarak yeni bir Abasıyanık çıkana kadar var olmaya devam edecektir.

    Kuşkusuz onunda bizlerinde en büyük isteği başka Abasıyanıkların çıkmasıdır...

    YanıtlaSil
  3. Güzel duygu ve düşüncelerin olduğunu görmek mutluluk verici.

    Paylaştığınız duygu ve düşünceler için teşekkür ederim. Gerçekten anlamsız bir şekilde edebiyatçı bolluğunda doğru olanları bulabilmek gün geçtikçe zorlaşırken var olanlara daha mı sıkı sarılmak istiyor insan ne?...

    Her zaman büyük bir beğeniyle okuduğum satırlar yada dizeler bana çok daha anlamlı gelmeye başladı son zamanlarda, özellikle edebiyatçıların böylesine bol olduğu ülkemizde.

    Bir dilin zenginliği edebiyatıdır. Doğal olarak edebiyatçıların bu anlamda öylesine büyük görevleri var ki, günümüz edebiyatçıları umarım bunun farkındadır.

    Ve bu anlamda gerçek bir edebiyatçı olmak yaşama bakış açısı ve duruşla da doğru orantılı.

    Burgazadalılar geçmişte Sait Faik le bütünleşmişti, ama o ada da öylesine büyük değişimler oldu ki , umarım yeni sahipleri sahip oldukları zenginliğin farkındadır.

    YanıtlaSil

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır